24 Temmuz 2010 Cumartesi


Bazı şarkılardan sağ çıkamıyorum.

16 Temmuz 2010 Cuma

Buralar Hep Sahneymiş

Mavi boncuklu, altın küpeleri takınca, o küçük kız oluyorum. Diş izleri bile var. Büyük ihtimalle en büyük halam aldı bunları ona.

Hatırlıyorum bana bir tiyatro sahnesi düşün demiştiniz. Oyun sadece benim için oynanacaktı. Gözümü sahneden ayırmadan orta sıranın, ortasındaki koltuğa oturdum. Sahnede iki sandalye, bir masa vardı. Sağ kapıdan aynı bana benzeyen biri çıkıyordu. O kız geleceği çok güzel hayal ediyor, öteleri görmek istiyordu. Sol kapıdan çıkan ve yine bana tıpatıp benzeyen kız ise hep çocuk kalmak istiyordu. Bana hangisi sensin diye sormuştunuz. Sağ kapıdan çıkan kız dedim; yalan söylemedim, misyon yükledim.

10 Temmuz 2010 Cumartesi

Yok Ben Transit Geçiyorum


Büyük bir kazadan ya da dünyanın herhangi bir ülkesindeki doğal afetten sonra, hayatta kalan insanlara mutlulukla karışık şaşırırız ya

Ben de sabah akşam İstanbul trafiğinde “Nasıl ölmedim ben ya?” deyip duruyordum. Daha geçen gün en ufak bir esintide uçmaya müsait bu bünyeye araba çarptı; sonra bir minibüs hızla, içinde bulunduğum arabayı sıyırdı geçti. Çılgınlar gibi eğleniyoruz değil mi gençler?

Mesela yolculuk esnasında pencereden dışarıyı seyretme zevki falan kalmadı. “Aha arabanın önüne atladı; aha çarptı.” Kalbimiz ağzımızda yolculuk yapıyoruz. Çünkü herkes ana caddeleri, duyduğu köy özlemiyle tarla falan sanıyor.

Katil ya da maktul olmak inan işten değil.

Hani var ya tutamazsın da kendini üst geçit falan dinlemeden...

Bir ümitle ya geçersem karşıya dersin hep,

Bile bile yasak olduğunu

*Bu dörtlüğü lütfen Sezen’den "Bile Bile" şarkısı bestesiyle okuyalım, birkaç kelime dışarı taşıyor farkındayım.

3 Temmuz 2010 Cumartesi

Yağmur ya da Yağmur

Aylar önceki “Çok doldum, çok bulantı oldu; kusmayı bekliyorum” notuma ithafen

Kimi zaman öyle talan olur ki içiniz, her şeyin adı unutulur, düşünce yok olur. Bulutlar göz hizanızda yeryüzüne iner, bu yüzden hep sislidir o vakitler. Birkaç eşin dostun sesi sizin dağlarınıza çarpar, yankı olur. Bu taraftan hiç cevap gitmez.

Alev alan tarihi bir binanın cayır cayır yanışını seyretmek gibi. Düşen bir iki damla yaş hep az gelir söndürmeye. Buna rağmen bilinir ki kimyasal reaksiyon gerekir.

İtfaiye gecikmez, hiç yola çıkmamıştır çünkü.Karlar da hiç düşmemiştir

(Bina çıra gibi yanar) Sonra bütün mahalleyi siz ateşe verirsiniz.

ve geriye hep küller kalır..

-Bütün o cümbüş bu küller içindi-

İşte o zaman bir fırtına çıkar, siz uçuşan küller içinde bağdaş kurup hikayeler anlatmaya başlarsınız. Hikayeler her bir kül zerresine tutturulmuş vaziyette uçar gider ve her bir yer sizin küçük seslerinizle dolar. Bulantılar geçer, yağmur tekrar gökyüzünden yağmaya başlar.

......

Bugün bu şehirde, yağmur taa yukarıdan şakır şakır avuçlarıma yağıyor.