4 Ekim 2010 Pazartesi

Rüyamın anlamını artık biliyorum

1500 yıllık camii. Yani önceden kiliseymiş. Yazıhanenin yüksek penceresinden ve çatısından çatısı görünürdü. Bitişik gibiydi. Baban öğle yemeğinden kalan pideleri o çatıya atardı. Martılar için. Çok iri hayvanlar tavuğa benziyor, üstüne bir de uçuyorlar, bir türlü sevemedin. Uzaktan uzaktan. Küçücüktün ya, sanki o çatıya sen çıksan, seni bile yerler sanıyordun. Sonra daktilonun başına oturur, telefonlara bakardın; hesap makinesinde güya hesap yapardın. Her türlü insan gelirdi oraya, çok farklı görüşte bir sürü adam tartışırlardı. Öğrenciler de gelirdi; baban kitap hediye ederdi onlara. Ve o eski kitap kokusu hiç bitmedi; salonunuzda da hala var. Makinelerin sesine alışıyordunuz zaten. İçerisi mis gibi kağıt ve tutkal kokuyordu. Bir tek Saffet Amca Galatasaraylı’ydı. Baban içeriyi dolaşırken yanından ayrılmazdın. Ellerin arkada onun gibi yürürdün. Bir de yazıhanedeki metal dolabın üstünde bir mor kelebek vardı, mıknatıslı. Gider gelir gözün oraya takılırdı, orada uzun süre öylece kalırdın. Sana konu komşu minik kelebeğim diye, baban da minik kuşum diye hitabederdi. Ama başka bir şey demeliydiler değil mi? Aslanım falan gibi. Bugün niye bu kadar kolay incindiğini de biliyorsun artık. Bir mimar bir de avukat amca vardı yanınızda, çok dil biliyorlardı. Adını Japon alfabesiyle yazıyorlardı; Japon kız diyorlardı sana. Baban cumartesileri ya kardeşini ya seni götürürdü. İkinizi götürünce kavga ediyordunuz çünkü. Konyalı’nın önünde durur ‘sulu börek’ alırdınız. Bir de o meyveli küçük pastalardan. Merdivenden çıkınca bağırırdın “oralet içicem” diye. Yazıhanede haftanın o en güzel gününde kahvaltı yapardınız.

Sonra babanlar taşındığında orası yıkıldı. Camii restore edildi; o hanın olduğu yere camiinin bahçesi yapılmış. Bugün, önce bir idrak edemedin: “Baba tam olarak neredeydi buradaydı di mi?” Annen durup durup sordu zaten, burda mıydı kapısı nerdeydi diye. Sen annene güldün. “Anne buradaydı işte” dedin. Annen “Ben bir garip olurum böyle. Böyle yıkılan, terk edilen yerlerde.” dedi.

Ben de bir garip oluyorum anne çok hem de, çok.

Camiiye girdik. Avlusunda dolaştım. Ufacık zaten. Bir kenarına da ufacık sanat merkezi gibi bir şey iliştirmişler. İki kişi ney üflüyordu. Çiniler vardı, hatlar... Sonra avludan çıktım. Kapısında beklerken bir turist tek başına dolaşıyordu; yaşlıca uzun boylu bir adam. Çeşmeden sicim gibi akan suyu kapattı. Kapıdan çıkarken çekingen bana gülümsedi. Bugün pek çok Koreli de bana gülümsedi. Artık tebessüm etmeye, başımızla selam vermeye bile çekiniyoruz değil mi? Bugün alt üst mü oldum, kendimi mi buldum, biraz da yıkılan o handa sanki bir küçük kız çocuğu bıraktım gibi hissettim ama sonra o his geçti. Çünkü o kız benimle birlikte büyüdü biliyorum.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder